YAZILIMCI OLMAK
Bugün sizlere hayata engelli olarak gözlerini açan bir çocuğun hikayesini anlatacağım. Yıl 1981. Bu çocuk Zonguldak’ta “Artrogripozis Multiplex Konjenita” tanısıyla engelli sıfatına sahip olarak doğdu. Yani yürüyemiyordu. Orta halli bir ailenin çocuğuydu.
İşte size bugün o çocuğu anlatacağım. Zonguldak’ta sıfır imkanlarla yola çıkarak, hayatın kendisine verdiği bu engeli bir avantaja çevirerek bugün sektörde önemli tecrübelere imza atmış bir isimden bahsedeceğim. Şüphesiz ki bu hikaye, engelli engelsiz herkes için birer ilham kaynağı olacak.
Yıllarca hastane köşelerinde geçirdiği o sancılı günleri hayal meyal hatırladığını söylüyor. Tam beş kez sol bacağından ameliyat geçirmesine rağmen o dönemin teknolojisi tedavi için yeterli olmuyor. Artık evin içinde koltuk değneği kullanıyor, dışarıda ise tekerlekli sandalye kullanmaya başlıyor.
Yaşı ilerledikçe bazı şeylerin farkına varmaya başladı. Kendisinin insanlardan farklı biri olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlıyor. İlk fark edişini de ilkokul yıllarında yaşıyor. İnsanların ve okuldaki öğrencilerin onu ötekileştirdiğini fark etmeye başlıyor. Hatta diyor ki; “Sanki farklı birini görmüşler veya bir uzaylı görmüşçesine bakan gözlerin nüfuzunu hissediyordum üzerimde” diyor. Henüz ilkokul çağındaki bir çocuğun bunları yaşaması kendisine; “Ben Kimim? Ben Neyim? Neden Böyleyim?” gibi sorular sordurtmaya başladı.
İnsanların onu ilk gördüğünde şöyle bir aşağıdan yukarıya doğru süzdüklerini gördüğü zaman o da misilleme yaparcasına “ne var kardeşim farklı bir şey mi gördün” mesajı vermek için dik bakışlar atmaya başlıyor. İnsanlar bana böyle baktıkça her defasında onlara bu bakışımı atıyordum diye anlatıyor. Hatta diyor ki; İnsanların bana attıkları o bakışlara karşılık ben de misilleme yaparcasına dik bakışlarımla cevap verdiğimde artık mesajımı almaya başladılar. İşte onların artık utandıklarını da sezmeye başlamıştım diyor.
Ama her şeye rağmen duygularını ifade etmeye cesaret edemiyor ve sessizliğini koruyordu…
O’nun eğlenebildiği tek yer mahallesiydi. Mahallesinde o üç tekerlekli bisikletiyle rahat hareket edebiliyor, arkadaşlarıyla sohbet edebiliyor ve imkanlarınca oyun oynayabiliyordu.
“Mahallemi ve oradaki arkadaşlarımı unutamam, onlar bana, hiçbir zaman farklı bir insan muamelesi yapmadılar. Beni ötekileştirmediler. Hatta bana kendimi normal biriymişim gibi hissettiriyorlardı. Mahallemden gördüğüm bu güzellik ben de inanılmaz şeyler değiştirdi. Pozitif bakabiliyordum hayata ve en önemlisi de zekamı kullanabilme fırsatım oluyordu” diye anlatıyor o günleri.
Artık okulunda da bazı şeyler değişmeye başlamıştı. Güzel yazı dersinde yazdığı yazılar panolara asılıyor, yakasına kırmızı kurdele takılıyor ve öğretmeninin zeki öğrenciler olarak gruplandırdığı sıralarda oturuyordu.
Gel zaman git zaman artık ilkokul üçüncü sınıfa geçmişti. Sene 1989.
ABDULLAH TEKİN 8 YAŞINDA
Babasının teknolojiye olan merakı sayesinde o dönemin efsane bilgisayarı Commodore 64 ile tanışıyor. Hatta kendisi bu durumu, “o dönemler bilgisayarla tanışmak demek Everest’e tırmanmak gibi bir şeydi” diye tanımlıyor. “O anı hiç unutamadım. Kendimi çok farkı bir dünyada bulmuştum. Artık karşımda benim hükmedebileceğim bir makine bulunuyordu. Ve ben bu makine ile beş yıl boyunda hem oyun oynadım hem de kullanma kılavuzundaki programla dillerini uygulayarak çeşitli programcıklar yazdım. Bunlardan aklımda kalanlardan en önemlisi de “zar atma” yazılımıdır.” diye anlatıyor o günleri.
VE İLK BİLGİSAYAR
Bilgisayar dünyasına olan ilgisi onu okul çıkışlarında özel bir firmanın vermiş olduğu iki saat süren bir kursa gitmesini sağladı. Tabi kursta Commodore 64 değil gerçek bir bilgisayar vardı. O dönem PC diye isimlendiriliyordu ve Commodore 64’ten PC’ye terfi etmişti. Bir süre sonra ailesine durumu anlattı ve kendisine bir bilgisayar alındı. Hem de 120 MB Harddisk, 256 KB Ram ve Windows 3.1 İşletim sistemli bir bilgisayar =)
Tüm bunlar devam ederken 1999 yılında başarıyla lise eğitimini tamamlıyor ve Açık Öğretim Fakültesi’nden İşletme okumak üzere kaydını yaptırıyor.
Zamanla, bilgisayarın artık kendisine oyun oynamaktan başka faydasının olmadığını görüyor ve farklı arayışlara giriyor. Bunu farkedince kendisine bir modem ve internet paketi alıyor.
O zamanları hatırlayanlar bilir. İnternete bağlanırken ortaya çıkan faks sesi vardır. İşte o faks sesi o çocuğu sanki fantastik filmlerdeki zaman tünelinin içinde bir yolculuk yapıyormuş gibi hissettiriyordu kendisine. O tarihlerde tabi Facebook, Instagram, MSN, Youtube falan yok. Napyo? Kendisi de chat uygulamalarında takılmaya başlıyor. İnsanlarla sohbet ediyor, tanışıyor. Bir süre sonra kendisi gibi bilgisayarla ilgilenen insanlarla tanışmaya başlıyor ve onlarla bilgi paylaşımında bulunuyor.
YAZILIMA GİRİŞ
Derken artık bir web sitesi yapma fikri aklına geliyor. Hemen araştırıyor, piyasada bulunan Türkçe kaynakları alıyor ve su gibi içtiğini söylüyor o dönemde. Kendisini PHP dilinde geliştirmeye başlıyor. Bazen deneye yanıla, bilemediklerini kitaplardan, daha da bilemediklerini internetten tanıştığı kendisiyle ortak alanı paylaşan insanlara sora sora, öğrene öğrene, araştıra araştıra yavaş yavaş yazılımlar yapmaya başlıyor.
Bunları yapmaya devam ederken bir şey fark ediyor. Türkiye’de bu sektörle alakalı yani yazılım ve tasarım alanıyla alakalı insanların kendisini geliştirebileceği Türkçe kaynaklar çok az ve ben Türkçe kaynakların olduğu, insanların rahatlıkla ulaşabildiği bir web sitesi yapmalıyım diyip o dönemde internetten tanıştığı Siraceddin El’le 2002 yılında Sanalkurs.net isminde bir web sitesi hazırlıyorlar. O web sitesine bildikleri bütün bilgileri aktarmaya başlıyorlar. O portal öylesine büyüyor ki; bir anda o kurdukları eğitim portalı yüzbinlerce üyeye dönüşüyor. Milyonlarca ziyaret alıyorlar ve kendileri gibi bu eksikliği gören binlerce insanın tüm bilgilerini oraya aktarmalarını sağlıyorlar. Hatta bu portal o kadar büyür ki üniversitede seminerler vermeye başlarlar ve inanılmaz ilgi görürler.
TE BİLİŞİM
Bu süreç tam 5 yıl sürer. 5 yıl boyunca kendisini inanılmaz derecede geliştirir ve 2007 yılında yine internetten tanıştığı çok yakın arkadaşı olan Asım Ekinci ile TE Bilişim şirketini kurarlar. O dönemde ihtiyaç halinde olan haber yazılımlarını geliştirmeye başlarlar. Bu işte öyle başarılı olurlar ki Türkiye genelinde binlerce yayıncıya hazırladıkları yazılımları verirler. Hatta bu alanda daha da iyi olarak Haber7.com’u baştan sona tekrar yazarlar ve geliştirirler. Çok daha ileri götürerek şirket bünyesinde onlarca yerli ve yabancı projelere hizmet verirler.
O, bilgisayar eğitimi almamıştı, alamamıştı fakat bilgisayar eğitimi alan bir çok kişiye eğitim verdi. Çünkü o kendisini bilgisayarla keşfetmişti ve en önemlisi de sevdiği iş yapıyordu. Bunda oldukça başarılı da oldu.
İşte dünyaya engelli olarak gözlerini açan fakat hayatını bir o kadar da başarılarla sürdüren o isim Abdullah Tekin. Şu an 39 yaşında.
Başarılı bir iş insanı. Abdullah Tekin şu an da tüm engellere rağmen Zonguldak’la İstanbul arasında eşiyle birlikte kendi arabasıyla mekik dokuyor. Hatta seyahatlere çıkıyor fotoğraflar çekiyor. Aynı zamanda amatör fotoğrafçılık da yapıyor. Ve tabi tüm bunlar Abdullah Tekin’in her zamanki gibi yaptığı işe engel olamıyor.
Bize hikayesini anlatan Abdullah Tekin’in 39 yıllık bu güzel hayatında teşekkür etmek istediği insanlar var.
“Başta eşim olmak üzere bana rahatsızlığımı hiçbir zaman hissettirmeyen akrabalarıma, arkadaşlarıma, sonra ise bu günlere gelebilmem büyük emek sahibi olan, çocukluk dönemimde ellerinden geldiğince imkanlar sunan aileme çok teşekkür ediyorum, herkesten Allah razı olsun” derken engelli kardeşlerine de bir mesaj vermek istiyor.
Ve diyor ki;
“Ben şuna inanıyorum. Allah her insana bir meziyet vermiştir ve çoğu zaman bunu gizli tutmuştur. Bize düşen içimizde bizimle konuşan o ruhu yakalamak, açığa çıkmasını sağlamaktır. Bunu başarmanın tek sırrı ise yine kendinizdedir, yani en büyük engel kendimiziz. Örneğin neleri seversiniz, neye merakınız var?
Bu soruları önce kendinize sorup cevabını verdikten sonra üstüne giderek bıkmadan usanmadan o işte uzman olana kadar ısrarla ilerlemek lazım. Bir şeyi kırk kez tekrarlayınca olurmuş derler. Kırk değil, biz seksen ya da yüz kez yapalım, daha sağlam olsun. Şu hayatta sevdiğiniz şeyi meslek haline getirmek kadar güzel bir tercih yok bana göre. Bu şekilde olduğunda kazandığınız para da size hediye olarak verilmiş gibi oluyor. “Akşam olsa da mesaim bitse!” yerine “Çalışırken eğleniyorum, mutlu oluyorum!” cümlesi kulağa daha hoş geliyor.”
Tüm engellere rağmen başarılarla dolu güzel bir hayat yaşamayı başaran Abdullah Tekin’in hayatının üzerine sizlere bir de bizim mesajımız var.
Şunu unutmayalım. Nasıl düşünürsek öyle yaşarız, olumlu düşünmek, iyi bir insan olmak, kötü düşünmemek kaderimizi belirleyen en önemli şeydir. Engelli zihniyetinden çıkıp kendimizle barışık olduğumuz o gün, zincirleri kırıp yeni bir hayata merhaba dediğimiz gün demektir.
Bu güzel hikâyeye eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki konumuzda görüşmek üzere. Hoşçakalın.
“Para Mutlu Eder mi?” konulu yazıma göz atmak isterseniz tıklayın.
Benzer Youtube videolarıma göz atmak isterseniz tıklayın.
(362 kez okundu. Bugün 1 kez okundu)